Okuyucularımızdan... - "Bir Kırmızının Öyküsüdür"

Okuyucularımızdan... - "Bir Kırmızının Öyküsüdür"



bir kırmızının öyküsüdür

bir fotoğrafa bakıp sigaramı yaktım
biliyorum,
duysa görse bir yerlerden,
kızardı.
oysa ki ben böyle ustalaştım kısa şiirler yazmakta,
böyle öğrendim bir şarkıyı tekrar etmeyi.
kısa şiirler yazmaktan nefret ederdim tanrım,
ikiniz de, n’olur bağışlayın beni.

bir fotoğrafa ne kadar uzun bakılırsa
öyle baktım.
gövdelerimizde dahi hiç solmayan bir hüznün eksikliği
ve ellerimiz yollar çizmekte ustalaşmış
eksikliğimiz, dar sokaklarında kaybolmak koca bir semtin,
eksikliğimiz el tutamamaların
ve olmayacaklarla olmanın telaşında.
hiç kimse şiir yazmamıştı, emindim,
kelimelerin de öyle vakti yoktu ki,
eh, vakti yoktu tabii insanın
kısa bir tarihe öyle uzun uzun bakmaya.

beni sorarsanız –sorarsınız ya hani-
vaktim de vardı, telaşlı olmasam
şiir yazmasam
bir ayrılığı hiç ortada yokken geçirmesem aklımdan
daha derli toplu olsa ya zaman
uyumasam
uyanmasam.

oysa ki hayat ne güzel şey
ve ne çok güzelliğe gebe.

Ahmet Nazım Özger
Devamını Oku
Okuyucularımızdan... - "Başka Türlü Bir Şey" (1)

Okuyucularımızdan... - "Başka Türlü Bir Şey" (1)




“başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava…”


Can Yücel

“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.”

Konstantinos Kavafis


Aralarında onlarca sene olmasına rağmen nasıl da birbirini tamamlıyor iki şiir de. Biri buralardan, ama karşı kıyılardan, bir diğeri ise ta içimizden, mücadelemizden, sıkılı yumruğumuzdan. Biri umut içeriyor bir buruklukla, diğeri ise o burukluğu gün yüzüne çıkartıp, çok da umutlanılmaması gerektiğini surata çarpıyor. Kaçabileceğin bir gurbet de, ayrı deniz ya da hava da yok. Şairin de dediği gibi “Ama bil ki biziz bu uzaklığı yapan.”

Balkondan bakarken fark ettim. Evimin tam karşısına bir çiftin adı yazılı. Hasan yazıyor üstte. Altta ise… Dile getirmek, yazmak çok da mühim değil sanki. Fark ettiğim anda Yeni Türkü’den Başka Türlü Bir Şey çalıyordu, her iyi insanın yapacağı gibi kalktım ben de bir sigara yaktım pek tabii. Bu kadar uzak durmaya, bu kadar mesafe koymaya rağmen, ufak bir bakış ile tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor isimler, bir yerin adını doğru söyleyememeler, beraber söylenilen şarkılar. Bazı haksızlıklar oldu kısaca söylemek gerekirse. İşin ilginci ise ben bu gün yüzüne çıkma durumunu, hatırlamayı zaten bir şeyler ortada varla yok arasındayken, her şey biraz daha derli topluyken yaşamış, fark etmiştim.

Canım çok sıkıldığında, sadece yürürüm. Sigaramı yakar, kafamda çok muhasebe yapmadan, belirli tartışmaların üzerine bir mola verip sadece yürürüm. Yine öyle bir gündü. İçinde yaşayan insanları çok sevdiğim, hatalar yapılmadan önce çok güldüğüm bir semtte dolaşırken kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda ileride neler olacağını anlamıştım. Bir büfe -yerel adıyla bakkal- vardı karşımda. İsmi beni büyülemişti. Bir süreden sonra gerçekten yanında sadece nefes almaktan, yaşamaktan keyif aldığım, esprilerine katıla katıla güldüğüm, anlattığı hikayeleri gözlerimi açarak dinlediğim ve her seferinde yeni şeyler öğrendiğim fakat o zamanlar henüz gerçekleşmemiş olsa da içinde bulunduğumuz evrendeki parametrelerin, olayların, yaşanmışlıkların saçma bir şekilde dizilişi nedeniyle herkesin iyiliği ve benim dışındakilerin hayatına daha normal bir şekilde devam edebilmeleri için kendi hayatıma biraz daha eksik devam etmek zorunda kaldığım birinin ismiydi büfenin adı. Hayır, hayır. O birinin isminden ziyade, ilk harfinin başka bir harf yerine “D” olarak yazıldığı bir isimdi. İlk görüşümde istemsiz bir şekilde kahkaha atmış, ileride bu konu hakkında bir iki cümle yazacağıma emin olmuş bir şekilde yoluma devam etmiştim.

Siz isteseniz de, istemeseniz de yaşananlar devamlı karşınıza çıkacak, kaçarı yok. Gördüğünüz bir kitapta, izlediğiniz bir filmde, dinlediğiniz bir şarkıda mutlaka sizden, ta içinizden geçen birilerinin izleri olacak. İnsanoğlu, o izlerin toplamından oluşuyor zira. Bir çikolatalı sütte de, bir tatlıda da, İstiklal’in o insanın canını ölesiye sıkan, miskin, hedefsiz kalabalığında ona benzettiğiniz yüzde de elbette fazlaca yaşanmışlık olacak. Her köşe başında, her unuttum dediğinizde, her sigara içişinizde. Başka bir insana sarıldığınızda, vapurda sokak çalgıcılarının köşeden gelen tınılarını duyduğunuzda, akordeonuyla insanlardan para toplayan Romen çocuğun kafasını okşadığınızda. Bir vapur beklediğinizde, geldiğinde ve gelmediğinde, kenarda ya da içeride oturduğunuzda, otobüs beklerken onun yaşadığı yerlerden geçen otobüsleri gördüğünüzde ve hiçbir zaman hiçbir şey olmamış, her şey aynıymış ve çok güzelmiş gibi oraya gidemeyeceğinizi bildiğinizde.

İşte bu yüzdendir ki Can Yücel’e değil de, Kavafis’e katılıyorum fazlaca. Gerçekten de bu şehir hepimizin arkasından gelecek. Hep hatırlamak ve unutmamak istiyorum. Şuramda kalsın öylece, başka deniz de şehir de istemez hani…

biterken çalıyordu: Yeni Türkü – Gurbete Kaçacağım (Çekirdek Sanatevi kaydı)
Devamını Oku
Ölü Ozanlar Derneği'nde "öncülük" arayışları

Ölü Ozanlar Derneği'nde "öncülük" arayışları




Ölü Ozanlar Derneği (Dead Poets Society) H.N Kleinbaum’un belki de en önemli eseri. 1990 yılında Peter Weir’in yönetmenliğinde kitaptan beyaz perdeye uyarlanan filmle birlikte hem sinemanın hem de dünyanın her yerindeki idealist, maceracı ve kendine güvenen bireylerin saygı duyduğu bir baş yapıt noktasına erişti. Robin Williams’ın “idealist öğretmen” John Keating rolündeki başarısı hem filmi hem de filmin mottosu olan “Carpe Diem” cümlesini günlük hayatın her yerine yerleştirdi. Peki, filmin ve dolayısıyla kitabın incelemesi yapıldığında, John Keating yalnızca “idealist” bir öğretmen olarak mı algılanmalı yoksa bu karakterin ve dünya görüşünün arkasında başka nesnellikler de mevcut mu?

Welton Akademisi, Geleneksellik ve İdealizm

Geleneklere bağlı, son derece katı ve disiplinli kurallarıyla bilinen Welton Akademi’sinde edebiyat öğretmenliği yapan John Keating, öğrencilerinin hayatına girerek onların yatakhane ve dersler arasında gidip gelen tekdüzeliğini yıkar ve öğrencilerin hayatı sorgulamasını ve “anı yaşamalarını” sağlar.

Örneğin, edebiyatın yalnızca bir bölümüyle ilgilenen öğrenciler, şiiri sadece kafiye ve uyak düzenlerinin uyumu olarak öğrenmekte, edebiyatın değiştirici ve insana hitap eden, onda en derin duyguları uyandıran kısmını es geçmektedir. Bu durum, Welton Akademisi’nin gelenekselliğe bağlı, destekçi olmaktan uzak ve monoton öğretmenler nedeniyle gerçekleşmektedir.

Fakat Keating ise, derslerde bu monoton kısımları yırtmalarını ve çöpe atmalarını söyler öğrencilerine. Ona göre edebiyat bu değildir. Lord Byron, Shelly, Keats, Shakespeare gibi isimler edebiyatın gerçek ve büyülü dünyasını oluştururlar. Bundan etkilenen gençler de Ölü Ozanlar Derneği adında, Keating’in öğrencilik yıllarında üye olduğu gizli bir kulübü yeniden canlandırırlar. Bu hem otoriteye karşı bir baş kaldırıdır hem de edebiyatın gerçek anlamını bulmak için Keating’in destekçiliğiyle ortaya çıkan bir kolektif yapıdır. Keating, öğrencilerini ailelerinin muhafazakar yapılarına rağmen sanatla (örneğin tiyatro) uğraşmaları ve istedikleri şeylerin peşinde koşmak için motive eder. Burada ise sadece bir “idealist” tavırdan ziyade, bir “liderlik” olgusu yer almaktadır.

Edebiyat dersine giren John Keating’in asıl amacı “Özgür düşünen beyinler” yetiştirmektir. John Keating’in bu yaklaşımına karşın okul müdürü Nolan, okulun kurallarının eksiksiz uygulanması ve yıllardır süre gelen sistemin bozulmaması için mücadele etmektedir.

Okul müdürü Nolan’ın yöneticilik örneği sergilediğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda müdür daha çok geçmişten gelen, okulun belli başlı kurallarını uygulamakta ve hiçbir şekilde sınırlarının dışına çıkmamaktadır. Bu düşüncesine filmde yeni yöntemlerle eğitim vermeye çalışan Keating’e söylediği “geçmişten gelen ve güvenirliği kanıtlanmış metotların dışına çıkmamalıyız” sözleri de destek olmaktadır.

Müdürünün aksine Keating liderlik özellikleri göstermektedir. Öğrencilere düşüncelerini ifade edebilme ve esnek olabilme alanlarındaki görüşlerini dile getirerek, herhangi bir zorlama olmadan bir grup öğrenciyi bu görüşte toplamış ve bu amaca ulaşma çabasıyla onları harekete geçirmiştir. Yönetim sürecinden farklı olarak burada yol gösterme ve yönlendirme söz konusudur.

Koçluk ve Keating


Liderlik ve yöneticilik çoğu zaman birbirine karıştırılan iki farklı kavramdır. Yöneticiler, işleri doğru yaparlar. Liderler ise doğru işleri yaparlar sözü bu iki kavram arasındaki farklılığı ortaya koymaktadır.

Örneğin Keating’in “Carpe Diem” sözüyle aslında anlatmak istediği salt bir “Günü yakala, yaşa” değildir. “Günü yakala” öğüdünün sıklıkla tekrarlandığı filmde öğrenciler, hayallerinin peşinden koşmaya başlar. Sınırları zorlarlar, korkularına çekincelerine ragmen denerler ve bunların sonucunda kendilerine özgüvenleri ve odaklandıkları iş üzerindeki verimlilikleri artar.

Keating öğrencileri bireysel olarak da bir sınıf olarak da doğru okur. Her bireyin isteklerini, arzularını, çekincelerini, korkularını, iyi ve kötü oldukları yönleri okuyabilir, onları buna göre yönlendirir. Örneğin bilinç akışı yöntemiyle sınıfa şiir yazdırdığı sahnede “Hata yapmaktan korkma, saçmala, yanlış yap!”,  “Düşünme, sadece aklına geleni söyle.” cümlelerini kullanması yönlendirici bir liderlikle bağdaşır.

Bir lider yöneticiden farklı olarak hem grupla beraber hem de grubun başında olabilmelidir. Keating’in ders dışında öğrencilerle futbol oynaması ve Neil’ın tiyatro gösterisine gitmesi de bu durumu desteklemektedir.

Yönlendirici Liderlik


Yönlendirici liderlik, basit bir yöneticilikten ziyade daha detaylı bir bakış açısını gerektirir. Her bireyin özelliklerinin farkında olunması ve onların da bu özelliklerin farkına varması, yönlendirici liderin bulunduğu grupların en temel özelliklerinden bir tanesidir. Herkes, devasa bir makinenin çarkı olduğunu ve herkesin kendine özgü yönleri, olumlu ya da olumsuz özellikleri olduğunun farkındadır. Lider, bu yönleri öne çıkarır, daha verimli ve daha özgüvenli bir ekip yaratır. Keating daha ilk ders gününden itibaren şiire getirdiği yeni bakış açısı, kalıpların ve yaşan katı kuralların dışında bir hayat olduğunun temasını öğrencilerine aktaran yönlendirici bir liderdir. Eğitim anlayışı ve metodu, şiire olan yaklaşımı ve aklıyla öğrencilerinin tutkularının peşinden gitmelerini ve hayatın farklı bir tarzla yaklaşma cesareti kazandıran bir profesördür. Bulunduğu okuldan gitmek zorunda da kalsa öğrencileri profesörün oluşturduğu temaya sadık ve izinde devam edeceklerini görebiliriz.

En nihayetinde liderlik, farklılığı, farklı olanları aynı doğrultuda buluşturabilmeyi, yaratıcılığı, etkileyici bir temayı içerir, sadece para kazanmaktan ya da patron olmaktan ibaret değildir.

Özetle, Keating farklılığı, yaratıcılığı, öğrencilerinin her birini tek tek iyi tanıması ve daha iyiye yönlendirebilmesiyle başlı başına yönlendirici bir liderdir. Welton Akademisi’nin otoriter, geleneksel eğitim anlayışına karşı, sorgulayan, düşünen, yaratan bir sınıf yaratarak okul tarihine geçmekle beraber kendi gibi düşünen bir kuşağı yaratarak yönlendiriciliğin nasıl da verimli bir taktik olabileceğine dair iyi bir örnek sunar.


Devamını Oku