ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava…”
Can Yücel
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.”
Konstantinos Kavafis
Aralarında onlarca sene olmasına rağmen nasıl da birbirini tamamlıyor iki şiir de. Biri buralardan, ama karşı kıyılardan, bir diğeri ise ta içimizden, mücadelemizden, sıkılı yumruğumuzdan. Biri umut içeriyor bir buruklukla, diğeri ise o burukluğu gün yüzüne çıkartıp, çok da umutlanılmaması gerektiğini surata çarpıyor. Kaçabileceğin bir gurbet de, ayrı deniz ya da hava da yok. Şairin de dediği gibi “Ama bil ki biziz bu uzaklığı yapan.”
Balkondan bakarken fark ettim. Evimin tam karşısına bir çiftin adı yazılı. Hasan yazıyor üstte. Altta ise… Dile getirmek, yazmak çok da mühim değil sanki. Fark ettiğim anda Yeni Türkü’den Başka Türlü Bir Şey çalıyordu, her iyi insanın yapacağı gibi kalktım ben de bir sigara yaktım pek tabii. Bu kadar uzak durmaya, bu kadar mesafe koymaya rağmen, ufak bir bakış ile tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor isimler, bir yerin adını doğru söyleyememeler, beraber söylenilen şarkılar. Bazı haksızlıklar oldu kısaca söylemek gerekirse. İşin ilginci ise ben bu gün yüzüne çıkma durumunu, hatırlamayı zaten bir şeyler ortada varla yok arasındayken, her şey biraz daha derli topluyken yaşamış, fark etmiştim.
Canım çok sıkıldığında, sadece yürürüm. Sigaramı yakar, kafamda çok muhasebe yapmadan, belirli tartışmaların üzerine bir mola verip sadece yürürüm. Yine öyle bir gündü. İçinde yaşayan insanları çok sevdiğim, hatalar yapılmadan önce çok güldüğüm bir semtte dolaşırken kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda ileride neler olacağını anlamıştım. Bir büfe -yerel adıyla bakkal- vardı karşımda. İsmi beni büyülemişti. Bir süreden sonra gerçekten yanında sadece nefes almaktan, yaşamaktan keyif aldığım, esprilerine katıla katıla güldüğüm, anlattığı hikayeleri gözlerimi açarak dinlediğim ve her seferinde yeni şeyler öğrendiğim fakat o zamanlar henüz gerçekleşmemiş olsa da içinde bulunduğumuz evrendeki parametrelerin, olayların, yaşanmışlıkların saçma bir şekilde dizilişi nedeniyle herkesin iyiliği ve benim dışındakilerin hayatına daha normal bir şekilde devam edebilmeleri için kendi hayatıma biraz daha eksik devam etmek zorunda kaldığım birinin ismiydi büfenin adı. Hayır, hayır. O birinin isminden ziyade, ilk harfinin başka bir harf yerine “D” olarak yazıldığı bir isimdi. İlk görüşümde istemsiz bir şekilde kahkaha atmış, ileride bu konu hakkında bir iki cümle yazacağıma emin olmuş bir şekilde yoluma devam etmiştim.
Siz isteseniz de, istemeseniz de yaşananlar devamlı karşınıza çıkacak, kaçarı yok. Gördüğünüz bir kitapta, izlediğiniz bir filmde, dinlediğiniz bir şarkıda mutlaka sizden, ta içinizden geçen birilerinin izleri olacak. İnsanoğlu, o izlerin toplamından oluşuyor zira. Bir çikolatalı sütte de, bir tatlıda da, İstiklal’in o insanın canını ölesiye sıkan, miskin, hedefsiz kalabalığında ona benzettiğiniz yüzde de elbette fazlaca yaşanmışlık olacak. Her köşe başında, her unuttum dediğinizde, her sigara içişinizde. Başka bir insana sarıldığınızda, vapurda sokak çalgıcılarının köşeden gelen tınılarını duyduğunuzda, akordeonuyla insanlardan para toplayan Romen çocuğun kafasını okşadığınızda. Bir vapur beklediğinizde, geldiğinde ve gelmediğinde, kenarda ya da içeride oturduğunuzda, otobüs beklerken onun yaşadığı yerlerden geçen otobüsleri gördüğünüzde ve hiçbir zaman hiçbir şey olmamış, her şey aynıymış ve çok güzelmiş gibi oraya gidemeyeceğinizi bildiğinizde.
İşte bu yüzdendir ki Can Yücel’e değil de, Kavafis’e katılıyorum fazlaca. Gerçekten de bu şehir hepimizin arkasından gelecek. Hep hatırlamak ve unutmamak istiyorum. Şuramda kalsın öylece, başka deniz de şehir de istemez hani…
biterken çalıyordu: Yeni Türkü – Gurbete Kaçacağım (Çekirdek Sanatevi kaydı)